İnanç Siraç Hanım ve Doğanyol

Bize böyle bir ‘mucizenin” icraatçıları lazım. En başa koyduğum bu sözcüğün tamamını ve bende “utanç” duygusu oluşturan yönünü aktaracağım bu yazıda.

Cumartesi günü milletvekilimiz İnanç Siraç Kara Ölmeztoprak’ın Doğanyol’a gerçekleştirmek istedikleri programa yine bölgenin bir yazar çizeri olarak “bize katılmak istermisiniz?” teklifine “yok” diyecek değilim herhalde.

Çünkü benim memleketim, benim bölgem, benim insanlarım

Aslında bunlar son derece  rutin siyasi bir gelişmeler. Asıl ilk pasajda bıraktığım “utanç” diye deklare ettiğim bölümle işte ziyaretler esnasında yüzleştim.

O nedenle cumartesi günü yapılan “ziyaret sonrası ve öncesi” hayatımı iki bölüme ayırdım. Çünkü bizi sorunların kaynağına götüren toplumsal itiraflarla karşılaştırdı. Dahası okumadan biliyoruz! Araştırmadan yazıyoruz. Empati yapmayı bilmiyoruz. Yaşamadan anlatıyoruz. Ucuz, amaçsız hedefler peşine düşüyoruz. Hislerimizi, duygularımızı, sevgimizi, nefretlerimizi, hayranlıklarımız hiç alakası olmadığı halde “fikir” zannediyoruz.

Meğer hepsi içi boş bir serüvenler, safsatalardan ibaretmiş.

Bakın neler oldu o gün…

Milletin sorunları, talepleri, görüşülen insanlar, yola çıkıp konvoyun önünü kesen vatandaşlar, ilçe teşkilatının bizler görkemli şekilde karşılaması, yok şu kadar kişiydik, yok şunlar denildi, bunlar konuşuldu vs bunların hiç biri benim için mühim değil.

Ki bunlar zaten benim ilgi alanıma da girmez.

Dört ailenin “zihnimiz içinde” bıraktığı o ağır travmatik metaforun “zihnimiz dışında” bulunan gerçeklerle çarpışması alanı en çok beni ilgilendiriyor.

Hayatımızdaki şüpheleri deşifre ederken: geriye bir ton sorgular, soru işaretleri bırakan  aslında neyi merak edip, ne ile ilgilenmemiz gerektiğine götüren, güncel olmayan, pek tanıdık sanılmayan vurguları bütün çıplaklığıyla lütfen sizlerinde dikkatle okutmanızı rica ediyorum.

Elbette herkesin etrafında zorluklarla boğuşan kişiler ve olaylar vardır. Zor bir hayat yaşayan insanlarımız… Onları ancak gün yüzüne çıkardığımız zaman “insan” oluruz biz. Bu bir aile olur, kişi olur, hatta coğrafya olur, asıl tarihin bu tanınmamış aktörleri ile ilgilenmemiz gerektiğini, alkışlanacak birileri varsa onları alkışlamamız gerektiğini de ayrıca not düşmek istiyorum buraya.

Dört aile…

Evet, hepi topu dört aile, kimsenin bugüne değin uğramadı, görmediği, kıyıda-köşede kendi kaderini kendisiyle sessizce yaşayan bizden, içimizden birileri.

(Bunlar sadece bir gün içerisinde ulaştığımız ve tanık olduklarımız. Ya ulaşamadıklarımız, görmediklerimiz, haberimizin hiç olmadığı ve olmayacağı…)

Doğanyol ilçesinin farklı köylerinde, mezralarında yaşayan bu aileler bizler gibi hayat mücadelesi veren, elbette hayalleri bulunan, günü birlik yaşam döngüsünde –var olmak- için ayakta kalmaları gerektiğine dair bizden birer parça onlar, o insanlar…

BiriBurç köyünde; hem anne hem hem baba ikisi kanser hastalığına yakalanmış. Baba hiç güneşe çıkmaması gerekiyor. Zaten başında havlu sarılı halde karşıladı bizleri. Ne varki köy yerinde yaşıyor, geçimini sağlamak için tarlasında bağında bahçesinde çalışması lazım. Peki öyle de güneş ne olacak? Güneşe çıkması kesinlikle yasak. Üç kız çocuğu var. Üçü de okuyor. Ailenin başka hiç bir geliri yok. Bir kere bugüne dek çoktan bu aileye malulen maaşı bağlanması gerekirdi. Buzdolapları dahi yok. Çocukların okul masraflarından söz etmeme gerek var mı? Bu halkalar zinciri uzar gider. Gerisini siz anladınız!

İkinci aileBurç köyüne bağlı Kurbalı mezrasında bir aile. Mezra dediğime bakmayın ulaşmanız için bayağı bir ormanlık dağ yolunu katetmeniz gerekecek. Belediye yolun yarısını asfalt yapmış. O da seçim çalışması neticesinde olunca üç beş ay içinde sökülmüş tekrar. Gencecik çocuklarını vatani görev için askere gönderiyorlar. Terhis olduğu gün cenazesi geliyor. Ölüm sebebi belli değil, yapılan otopsi sonucu belirlenecek. Anne perişan, psikolojik sorunlar yaşıyor. Aile perişan, baba çaresiz. Bir dağın başında olağanca gücüyle hayata tutunmaya çalışıyorlar. Oldukça düşkünler. Zaten Ekim ayından sonra dünya ile irtibatı kesilecek, bölgeye ulaşmak imkansız o tarihten itibaren. Taziye ziyareti olunca vekil hanıma ricacı olmayı külfet sayacak kadar nezaket sahibi insanlar. Köyün bir kaçı kulağıma fısıldadı, “yolumun hali ortada yapmaz mı? diye… “Gerekeni söyleyeceğim” dedim. Burdan söylüyorum.

Üçüncü aileGümüşsuyu köyünden. Doğuştan özürlü 18 yaşında çocukları var. Çocuk kendini yumruklamaktan gözünde, alnında, başında,?yanakları 3-5 cm’lik koyu renk nasırlar bağlamış. Aynı şekil elleri de kalınca nasır bağlamış kendisini sürekli yumruklamaktan. Çocuk kalabalığı görünce kaçıp ileriye gitti. Peşinden gittim. Yanına… Yumruk atması süresiz ve olağanca güçte. Durmadan sertçe yumrukluyor her yanını. Üstelik kayısı işinde hamallık yaparak yaptırdığı ahırını “boşalt yıkacağız”tebligatı yolanmış evine. Bugün yarın yıkılacakmış. Bir kaç hayvanı harici hiç bir şeyleri yok. Anne çaresiz, baba yoksulluktan bitap halde. “Bari ahırımız yıkılmasın” diye vekil hanıma ricacı oldular. MHP Doğanyol ilçe başkanı Mehmet Kurt son çare yıkımı durdurmak için teşkilatımızla gelip kepçelerin önüne yatacaktık diyecek kadar ailenin durumuna hakim ve yardımcı olmak istenmiş. Acı olsa da gerçeklerimiz bunlar.

Hele de çocuğun annesini çocuğu için söylediklerine herkesin bizzat tanık olmasını isterdim. Yürek parçalayıcı!

Dördüncü aile: ziyaretler ile vatandaş talepleri artınca yarıda kalan program ve gece yarılarına doğru sarkan saatlerde ulaşabildiğimiz diğer ailenin hali yine içler acısı. Doğanyol merkeze yakın ada bölgesinde yaşıyor. İki özürlü çocuğu, biri doğuştan tamamen hareket kabiliyeti olmayan kız çocuğu, diğeri ise Kifoz hastası. boyun ile sırt bölgesinde kalın bir ur bulunan kamburluk. Liseyi o halde bitirmiş fakat yanlış bir ameliyat sonrası komaya girmiş, oksijen tüpü ile yaşamaya mahkum kalmış 18 yaşlarında ikinci bir kız çocuğu. Toplamda üç çocuğu var ailenin. Tc no’su istenince “tüpü çıkarsam boğulacağım” diyecek kadar uç safhada. Ailenin durumu perişan, baba evde yoktu. Anne çaresiz bir halde durumlarını izah etmeye çalıştı. Loş ışığın hafifçe aydınlattığı bahçelerinde anne bir büklüm halde derdini anlattı.

Ben ağlamayayım da kim ağlasın, bu tanık olduklarım bir daha paçavraya çeviriyordu.  Yüreğim daha fazla dayanamadı. Zaten bu gördüklerim sonrası moralim yerle yeksan oldu. Bir ara programı yarıda bırakıp dönmeyi düşündüm. Tamam da ben görmezsem sen görmezsen kim görecek bunları ? Kötü olunca tansiyonlarım sanırım 4-5 kadar düşmüştü. Bir ara yürüme kabiliyetimi kaybettim. Sonuçta benimde sağlık sorunlarım devam ediyor.

Yanımızda buluna Malatya merkez mahalle muhtarlarından Mehmet Fatih Gönültaş benim gibi iyi değildi. Söylenip duruyordu o da.

Aynı şekil Malatya muhtarlar dernek başkanı Şahin Demir’de sus pus. Sesi çıkmıyordu hiç. Yüzü kaskatı kesilmişti.

Vekil İnanç Siraç Kara Ölmeztoprak bütün aileler için sıcağı sıcağına gerekeni değil fazlasını yaptı. Gözümüz önünde yaptı yapacağını. Bunlar elbet yeterli değil. Bugüne kadar bu ailelere kim sahip çıktı, yaşamları koşulları, hayatları hakkında kaçımızın haberdar oldu? Asıl zihinlerimize saplanan bu berbat duygu bir daha kamçıladı oracıkta ve bu feci gerçekler feryat etmemiz gerektiğini söylüyordu.

Doğanyol belediye başkanı Hakan Bay’ı iyi tanırım. Elbette ailelere yeterince ilgi alakayı gösteriyordur, bundan sonra da göstereceğinden kuşkumuzu yok.

Devlet eli harici insanlarımızın da bu yardım yolculuğuna dahil olması lazım. Durumu iyi olanların, yardım yapmak isteyenlerin yardımcı olması gerekiyor bu aileler ve benzer ailelere. Yoksa bu insanlar aramızda telef olur gider. Vebali hepimizin boynuna kalır. Yazıktır, günahtır.

Yazıyım yazdığım esnada Necip Fazıl Kısakürek camisi dernek başkanı Murat Bereket aradı. “Murat abi arabalarımızdan, evlerimizden, boş ve gereksiz konulardan konuşup dururuz hepimiz. Bizi yaralayan, seslerini duymadığımız insanlar var çevremizde, karınca kararınca bunları konuşmalıyız bu saatten sonra.” dedim.

Sadece inanç Siraç hanım’la olmaz, diğer siyasilerimizin de bölgeye el atmaları kaçınılmaz olmalı. Biz hepimiz bir ekmeğin dilimleriyiz. İslamda “bizden değildir” gibi güçlü bir referans var. Öbür kanatta, öbür tarafta, arabalarımız-evlerimiz, eksikliğini hissettiğimiz gündelik hayatta beğenmeyip burun kıvırdığımız zırvalarımızı bırakıp çevremize, etrafımıza bir göz atmalıyız belkide.

Kandil gününde sayın vekilimiz İnanç Siraç hanımın bir vekil görevi harici kadın olma sosyolojisi ile zenginler, ağalar, siyaseten güçlü aileler harici toplumun en dipte kalmış ve kimsenin uğramadığı noktalara dokunmasını taktir ediyor ve kendi adıma, bölgenin bir insanı olarak teşekkür ediyorum.

Yazının başına yerleştirdiğim “utanç” sözcüğünün ne anlama geldiğini yazıyı ancak sonuna kadar okuyanlar anlamştır…

Bir diğer husus meğer Doğanyol sorunları Pütürge’ye nispetten fazla olduğunu fark ettim.

Bu vesile ile “milleti yaşatki devlet yaşasın” doktrinine bağlı olarak, devletimizin otoriter usullerle inşa edilmesininin ibareleri belkide en dip safhalardan ve kimsenin ulaşmadığı bölgelerin limitlerinden geçiyor. “Buralara temas edenler, dokunan” ancak bunu izah edebilir. Mevzuatı siyaset gözüyle değil, insan olmak gözüyle bakmayı artık dayatıyor. Ve artık halkla birlikte olanlar kazanacak ve kalıcı olacaklardır. Buna dahil olmayanların partisi, gücü, siyasi geçmişi ne olursa olsun gideceklerdir / silineceklerdir. Asıl bu minvalde siyasi tarafımıza meşru bir zemin eklemeliyiz. Yoksa şehrin göbeğinde, lüks salonlarda, pahalı ortamlarda, yemek ikramlarla yapılan gösteriler hiç birimizin umrunda olmamalı.

Tavsiyem şu ki, “gücümüz, siyasetten var olma nedenimiz, kültürümüz?” demeyelim; kadim bir birliktelik yaşadığımız orjin tabakaya kadar inersek yazının başında söz ettiğimiz –utanç– bölümünü atlatabiliriz. Çünkü bizim hikayemiz bir bütündür ve önyargılarımızı, duygularımızı bilgi sanmakla kurtulamayız bu gerçek ve gerekçelerden. Eğer insan isek elbette böyle düşüneceğiz. Yok beni bunlar ilgilendirmez, rant, zengin olmak, siyaseten markalaşmak için burdayım diyorsanız o sizin vicdanınız, bir şey söylemeye hakkımız yok.

Exit mobile version